Yaz Akşamları

Hafif serin bir yaz akşamı, on beş yıldır tanıdığım adamlarla oturuyorum bir masada. Birkaç boş içki şişesi, hafiften arkadan çalan; Selma Agat – Kadifeden Kesesi. Poker yüzlerimizi geride bırakıp o masaya oturduğumuzda baştan anlatılır her şey; hikayeler, anılar, aşklar. Tekrar tekrar düşünülüp anlatılır. Tepemizde çok da aydınlatmayan sarı bir ışık ve elimde olmadan o ışığın altında düşünüyorum, her ne kadar etrafımdaki seslere kulak vermeye çalışsam ve anda kalmaya çalışsam da. Aslında bu aralar sürekli düşünüyorum…

Çaylar tazelenip, bizim teğmen okulda yaşadığı bir olayı anlatırken, ben ışığı güneşe benzetiyorum birden. Dünyanın dönmesine nasıl mutlu oluyordu güneş. Oradan uzaya, oradan da ölüme gidiyor düşüncelerim. Ölümü herkes farklı algılar. kimisi için yeni bir başlangıç kimisi için çıkmaz yol. Benim için ölüm, başkalarının seni anlatacak olması, kendini anlatamayacak oluşun.

Düşünsene, seni bildiğini düşünen birisi hiç de sana ait olmayan hikayelerle seni başkalarına anlatıyor. Tanık olabilseydik bunlara o çileyi hayal edebiliyor musunuz? Müdahale edemeyişin “Ben öyle biri değilim lan!” diye bağıramayışın. Sen artık başkalarının anlatıldığı şekliyle sensin dünya üzerinde. Sonra unutuluş ve kapanış. O hiç bitmeyecek sandığımız büyük oyun bitiyor. Perde kapanıyor işte. Hiç olmamış olmak.

Bir yandan diğer üç arkadaşımın sırayla gülerek ve eğlenerek anlattıkları olayları dinlerken diğer yandan özgürlüğümüzün ne olduğuna veya ne olmadığına gitti düşüncelerim. Özgürlük… İstediğin bir şeyi yapabilmek midir? Yoksa istemediğin bir şeyi yapmamak mıdır? Ne kadar özgürüz? Yemek seçebilecek kadar özgür olmalı mıyım? Her gün tok yatmalı mıyım? Son model arabaya binmeli miyim? Büyük evlerde, saraylarda yaşamalı mıyım? Sanki yaşabilecekmişim gibi içimden gülüyorum anlık önemli olan niyet zaten.

Bunlara gerçekten ihtiyacım var mı? Bu soru silsilesinden çıkamıyorum. Özgürlük adı altındaki yaşamın farkını anlamaya ve hayatımı bu farkın ince çizgisinde sürdürmeye çalışmanın zorluğu bana kafayı yedirtecek en sonunda. Düşüncelerim yalnız bırakmıyor ki bir kendi başıma düşüneyim, hoş düşünmesem de olur. Anda kalsam, bir yıldır görmediğim ama on beş yıldır tanıdığım adamlarla o masada kalsam. Her sene sözleştiğimiz gibi, bahçemizde buluştuk, o andan çıkmasam, köpeğimin yanıma gelirken ki gülmeyi andıran hırıltısıyla dursa zaman. 

Düşüncelerime birlikte; bazen bir saatte, bazen bir günde, ayda, yılda takılı kalıyorum. Ben zamanın akıp gitmesine elimde olmadan izin verirken yaslanıyorum geceye, bütün gündüzler sana ithafen sevgili gece.

Ve nihayet içimizden biri “E hadi oğlum, o kadar geldik. 101 oynayalım n’apıcaz gece boyu?” Diyerek ev sahibi olan beni, takılı kaldığım zaman diliminden çıkarıyor ve gidip okey takımını getiriyorum.

 

Haydar Göbel

Kategoriler

İletişim

Linkler

©Enikonudergi. Tüm hakları saklıdır.

©Enikonudergi. All rights reserved.​