Sonsuzluk ve Bir Gün

Yaşamak için bir gününüzün kaldığını bilseydiniz ne yapardınız?
En sevdiğim ilk üç film içinde yer alan ve theodoros angelopoulos`’un “sınırlar” adlı üçlemesinin son filmi olan Sonsuzluk ve Bir Gün, hakkında sayfalarca yazı yazılmış olmasına rağmen bir de ben bir şeyler yazmak istedim. Buradan sonra yazacaklarım spoiler olarak değerlendirilebileceği için uyarımı baştan yapıyorum.
Ana karakter şair Alexander’ın çocukluk günlerinden birine tanıklık eder izleyici filmin ilk dakikalarında. Islıkla haberleşmeler, deniz kenarında olan ev ve anlatılan hikaye.
"Şu batık şehirle ilgili neler biliyorsun?
Büyükbabam, o mutlu şehrin bir depremde battığını söylüyor. Ve asırlardır denizin dibinde uyuyormuş. Sadece ayda bir kez sudan çıkarmış çok kısa süreliğine, sabah yıldızı yeryüzünü terk etmeyi reddedip onu seyretmek için durduğunda. Her şey dururmuş o zaman. Zaman bile dururmuş.
-Zaman… nedir o?
Büyükbabam onun, plajda beş taş oynayan bir çocuk olduğunu söylüyor.”
Film’de Alexander’ın yaşamak için bir günü kaldığını, daha sonrasında hastaneye yatacağını; geçmiş, ölüm, yaşam, zaman gibi kavramlardan gücünü alarak bunların ne olduğunu yani aslında hayatın anlamını aramasını son gününe sığdırdığını ya da sığdırmaya çalıştığını görüyoruz. Alexander hayatın anlamını ararken ısrarla sorduğu “Yarın ne kadar sürecek?” sorusu etrafında filizlenir olaylar.
Film içinde zaman zaman geçmiş ve şu an arasında gidilip gelinmekle beraber çeşitli olaylarla hayattan, gerçek hayattan izleri olanca varlığıyla görüyoruz. Hastalık, sevginin değerini bilmemek, iletişimsizlik, çocuk satışı, göçmenler, geçmişe özlem, ölüm, doğum, sevgi, sınır, yabancı olmak… Alexander ertesi gün hastaneye yatacaktır ancak yaşayacağına dair ümidi yoktur. Yardımcısı ile vedalaşır ve evden ayrılır.
Kızı Katerina’yı ziyaret eden Alexander, ölen eşinin mektuplarını ona bırakmak istediğini söyler. Bu mektuplardan biri zarfa konulmamıştır ve kızı tarafından okunur. Bu mektup 30 sene önce yazılmıştır ve bu sahnede, mektup okunurken yazıldığı güne dönülür. Mektup okunurken, salondan balkona geçer ve balkonda karısını bulur. Kızı mektubu okurken anna’yı dinleriz alexander olanca nesnelliğiyle geçmişine adım atar. Bu sahneden itibaren, film ve karakter zamanda bir yolculuğa başlar. Filmin anlatısal zamanının sınırlarının netliği bozulur, bulanıklaşır. Alexander, geçmişe bugünden bakar. Geçmişi bugününü işgal eder. Sık sık karısı ile konuşur. Ömrünü edebiyata ve şiire vermişken, ailesine ne kadar az zaman ayırdığının farkına varır. Yitirilmiş bir zamanın içinde yalnızca kayıp bir kelimedir Alexander.

Hayat dolu yalnızca aşık bir kadın ve hayatını kaybettiği kelimeleri aramaya adamış bir şair.
Anna öldükten sonra Alexander hiçbir şey yazmamış yalnızca Dionysios Solomos’un yarım kalan “Özgür Tutsak” şiirini tamamlamaya adamıştır kendini, ancak tamamlayabilecek midir? Alexander filmin gelişme kısmında göçmen bir çocuğu arabaların camlarını silerken yakalayacak olan polislerin elinden arabasına alarak kurtarır. Bu mülteci çocuk, şairin ölmeden önce tamamlamaya çalıştığı ve eksik sözcüklerini bulamadığı şiirini tamamlamasına yardım ederken, bir yandan da çocuktan öğrendiği sözcükler, şairin geçmişi ve bugünü arasındaki yitirdiği zamanı anlamlandırmasına aracı olur.
Çocuğun arkadaşı selim… Çocuk sınırdan arkadaşı selim ile nasıl geçtiğini Alexander’a, Alexander çocuğu sınıra, köyüne geri dönsün diye götürdüğünde anlatıyor. Sınır tellerindeki asılı adamlar ise bu filmdeki sınırın; çocuk ile Alexander’ın arasındaki ölüm sınırını yani aslında soyut bir sınırı temsil ettiğini düşünüyorum. Filmin ilerleyen sahnelerinde Selim’in öldüğünü öğreniyoruz, hiç görmediğimiz o selimin eşyalarını çocuk morgdan alıyor ve diğer göçmen çocuklarla yakıyor. Ve “Ey selim!” konuşmasını izliyoruz çocuklardan.


“Ey Selim!
Ne yazık ki bu gece bizimle Gelemeyeceksin…
Ey Selim…
Korkuyorum ey Selim
Deniz çok büyük.
Gittiğin yer nasıl bir yer selim?
Bizim gittiğimiz yer nasıl bir yer olacak?
Ya orada dağlar, vadiler, polisler, askerler varsa.
Asla geri çekilmeyiz.
Şu anda denize bakıyorum ve bunun sonu yok.
Gece annemi gördüm, kapıda bekliyordu, üzgündü.
Noel günüydü…
Dağların tepesinde kar vardı ve çanlar çalıyordu.
Keşke bize limanları anlatabilseydin.
Marsilya… Napoli… Ve bu koca dünyayı.
Ey selim, anlat bize bu koca dünyayı anlat.
Ey Selim…”

Bu olaylardan sonra Alexander hastanede ya da bakımevinde kalan annesini ziyarete gider. Filmin akılda kalıcı sahnelerinden biri de bu sahnedir. Annesi ile arasında geçen konuşmada alexander, “Neden hiçbir şey beklediğimiz gibi olmuyor, neden çaresizce çürümek zorundayız acı ve arzularla ikiye bölünerek? Neden hayatımı bir sürgün gibi geçirdim? Neden sadece kendi ana dilimi konuşma lütfu bulunca kendimi evimde hissettim?”
Alexander gittikçe sorularıyla ölüm karşısındaki kaygısını yansıtır ve annesinin yaşlanması ve ondan cevap alamaması da bu karanlığa, bilinmezliğe daha da iter onu.
Filmin sonuna yaklaşırken o meşhur sahne gelir, otobüs sahnesi. Çocuk ve adam otobüse binerler. Otobüse binerlerken üç sarı yağmurluklu ve bisikletli adamı görürüz. Otobüs hareket eder. Her durakta başka hayatların, başka insanların varlığını birer birer gözümüze sokar. Geçip giden hayatlara tanık oluruz; her gün, hepimizin olduğu gibi. Bir durakta bir çift biner, üniversiteli oldukları her hallerinden bellidir. Çocuk ve kız arasında bir konuşma geçer, kız çiçeği kabul etmez yere atar ve inerler. Oturan yolculardan biri, eşine ya da sevdiğine götürmek için yerdeki çiçeği alır. Diriliş durağında elinde kızıl bayrakla bir protestocu biner otobüse ve uykuya dalar. Camdan bakan Alexander otobüse binerlerken gördüğü üç sarı yağmurluklu ve bisikletli adamı tekrar görür.
Bir sonraki akademi durağında, ellerinde müzik aletleri ile bir müzik gurubu biner otobüse ve adeta bir konser verirler. Nihayet yolculuk bittiğinde, otobüsten indiklerinde bisikletliler son kez görünürler. Bu bisikletli ve yağmurluklu adamlar (ya da kadınlar) Yunan mitolojisinde Zeus’un kızları olan ve üç kader tanrıçası olarak da bilinen Clotho, Lakhesis ve Atropos, insanların yaşam sürelerinden sorumlu kader tanrıçalarını temsil etmektedir. Atropos, üç kader’den en yaşlısıdır, aynı zamanda ”esnek” ve ”kaçınılmaz” olarak bilinir. Atropos fani insan hayatını sağ elindeki ”iğrenilen makasları” ile sonlandırırdı. İki kız kardeşi Clotho ve Lachesis ile çalışırdı. Efsaneye göre insanların hayatı üç tanrıçanın elinde bulunurdu. Bunlardan Clotho elindeki hayat yumağını tutardı ve görevi doğumlara göz kulak olmaktı. Lachesis’inki iğ eğirmek (fanilerin ömrünü ölçmek), Atropos’unki ise bu ipliği keserek insan hayatına son vermekti.


Filmin sonunda Alexander Anna’ya sorar;
“-Yarın ne kadar sürecek?
~Sonsuzluk ve bir gün kadar.
-Duyamadım seni…
~Sonsuzluk ve bir gün kadar.”
Filmde bahsedecek birçok şeyin olması sebebiyle hepsine değinmek, en azından burada zor geliyor. Hiç kuşkusuz insanları bu kadar etkilemesinin bir diğer sebebi Eleni Karaindrou’nun müzikteki başarısıdır.
Filmi izlemeseniz bile müziği dinleyebilirsiniz.
Eleni Karaindrou – By The Sea ( 1998 )
-Haydar Göbel
Kategoriler
- Düz Yazı (6)
- Film Önerileri (2)
- Genel (10)
- Kitap Önerileri (1)
- Kültür (8)
- Röportajlar (8)
- Sanat (7)
- Sayılar (14)
Son Yazılar
- Saygın Ay ile röportajımız. Keyifli okumalar dileriz. 20 Temmuz 2025
- Enikonu Dergi 2. Yıl Özel Sayı 20 Temmuz 2025
- Etem Bostanoğlu ile röportajımız, keyifli okumalar dileriz. 7 Temmuz 2025
İletişim
- enikonucontact@gmail.com
- enikonudergi@gmail.com
- +90 553 843 55 64
Linkler
